28 Aralık 2008 Pazar




"Eğer bir yıldız gibi ışıl ışılsam ve bir yıldız kadar parlak, ne çıkar ateşböceği sansalar beni?"R. Tagore

Masumiyet Müzesi

Orhan Pamuk okumayı ikinci deneyişimdi .
İlk defasında "Benim Adım Kırmızı" yı büyük bir hevesle aldım elime . Kitabın giriş kısmı ne kadar da güzeldi , beni içine çekmişti ... Okudukça , olmadı ; yapamadım . Çok az kitabı yarım bırakmış olan ben , Benim Adım Kırmızı'nın devamını getiremiyordum .Devam da edemedi zaten. Nobel hikayelerinin esamesi okunmuyordu , bahsettiğim dönemde.
Sonraları bir gurur meselesiydi artık . Ben büyümüş , edebiyat adına eskisine göre daha farklı bir okuyucuydum artık . Hem de koskoca Nobel ödülünü almamış mıydı Orhan Pamuk ? Herkes beğeniyordu,okuyordu da ben mi anlamıyordum edebiyattan ?
Yine güzel bir başlangıç Masumiyet Müzesi'nin ilk sayfaları . Bu sefer şeytanın bacağını kırdık galiba . Ne yalan söyleyeyim sonlarına yaklaştım ancak kitap henüz bitmedi .Genel olarak izlenimlerim; (yine!) ülkemin gerçeklerine dışarıdan biri olarak bakmasıyla benim göremediğim yerle arama pencereler açtı Orhan Pamuk. Aşk,aile baskısı,gerçekten istediklerimiz ve yapmak zorunda kaldıklarımız ...
Kitapta bahsedilenler bir yana , olayların anlatılış biçimi , nesnelerin betimlenişi ve hissedilen duygular da oldukça doyurucu.
Kafama takılan soru ise ; Türkçe konuşurken gözlerimi kapatıp dinlesem ; kendisini dilimizi sonradan öğrenmiş sayacağım bu edebiyat adamının , kitap yazarken dile nasıl bu kadar hakim olduğu ?
Tabii insan yazarken , konuşurken ki kadar hızlı hareket etmek zorunda değil...
Keşke konuşurken de yavaş (ve sonuçlarını düşünerek) hareket etmesi gerektiğini ona söyleyebilseydim...