8 Ekim 2010 Cuma

Dört kişilik bahçe / Murathan Mungan

Hüzün'den gerçekten hoşlanmıyorum. Defalarca yazıp, sildim bu kelimeden sonrasını. Nedenlerini açıklamak için yazdım ama sonra kendi hüzün hikayelerimle bu alanı meşgul etmek ve kendimi hüzünlendirecek sözler bırakmamak için sildim.


Aslında bu post'un nedeni bu akşam seyrettiğim tiyatro oyunu. Murathan Mungan'ın 'Son İstanbul' adlı kitabındaki 'Dört kişilik bahçe' adlı oyun Şehir Tiyatrolarında bu sene sahnelenmeye başladı, hatta çok taze, bugün 2. kez seyre çıktı.


Oyun baştan sona hüzün... Dekorun ana teması sonbahar yaprakları içinde eski bir köşk...

Karakterler üzgün, mutsuz, hayattan beklentileri gerçekleşmemiş ve (bazıları) mutluklarını erteleyen kişiler. Kimi zaman bizden biri anlayacağınız.
Murathan Mungan Mardin doğumlu ve Üniversitede Tiyatro okumuş bir yazar, öyle de güzel işlemiş ki kişileri, ilişkileri ...
Kalp kırıklıkları olan aile fertlerini izlerken ister istemez siz de kendi ilişkilerinizi sorgulayacaksınız.

Ben daha çok, sıkıcı olan hayatımızı renklendirmek için herbirimizin günlük çabalarını düşündüm. Aslında ne kadar da sıradan herkes özünde ve pek çok değer ne kadar genelgeçer.

Hüznü sevmiyorum diye başlamıştım, şu an içim hala acır durumda, bu duyguyu yaşamaktan hoşlanmadığım için böyle söyledim. Dün akşam da 'Alaycı Kuş'u bitirmiştim, bir posta da o kitap acıtmıştı içimi zaten.

Artık bir şekilde resetleyeceğim kendimi inşallah. :) (Sanki zorla izlettiler, bile bile gittim, içimi kararttım işte)

Sonbahara yakışır bir tiyatro oyunu, Bence Nisan programında olmayabilir :) Sade vatandaş olarak, genel hatlarıyla beğendim pek çok detayı.
Oyun tek perde idi toplamda 1,5 saat sürüyor, fazla bunaltmadan ve gözleri buğulandırarak sonlanıyor.

Son olarak Tolstoy'un, Anna Karenina romanından alıntı yaparak, o meşhur tespiti paylaşasım geldi:
 ''Mutlu aileler hep birbirinin aynıdır; mutsuz ailelerde ise her ailenin mutsuzluğu kendine özgüdür''


8 yorum:

Bero dedi ki...

Sedoşum, naptın ya, 3 gün bakmamışım bir sürü yazın birikmiş, neyse hepsini okudum sıra sıra :)
Sonbahar bir parça da hüzün demek di mi ama? Neyse hüznün geçici olsun, sonbaharın aydın olsun :)

Sinem Ergun dedi ki...

Tolstoy'un bu tespiti Les Herrison filminde de çok kritik bir olaylar zincirini başlatmıştı. Hafızamı seviyim nasıl hatırladım ama. Çok beğendiğim bir filmdi o, seyretmeni tavsiye ederim.
Not: Bu yazıdan sonra bu oyuna gitmekten beni kurtardığın için ayrıca teşekkür:))))))))))

Aslısın dedi ki...

Sanat Notlarına katılıyorum, kesinlikle izle o filmi, şahaneydi. Hüznü ben de sevmiyorum ama özellikle her sonbahar içine gömülüyorum.

Dışavurum dedi ki...

Evet Bero'm, sonbahar deyince benim de aklıma bir tür kasvet geliyor.
3 gün bloguma uğramazsan böyle bombardımana tutarım işte seni :)

Aslı ve Sanat notları, sizi dinleyip ilk fırsatta 'Les Herrison'u izleyeceğim. Teşekkürler.

ceren dedi ki...

yarın akşam gidiyoruz biz de. daha gitmeden hüzünlendim .)

Nesobaby dedi ki...

Hüzün (arada romantik bir insan olduğumdan belki) beni çok korkutmuyor. Arada hüzünlenmekte güzel be Sedoşka! :) O da insanın kalbinden bir duygu. Sadece çok uzun süreli hüzünler kötü etkiler yaratabilir. O yüzden hemen neşelendirecek konularla dağıtmak lazım kafayı. Ayrıca hüzün varsa sevgi ve çzlem vardır. Sevgi ve özlem yaratan insanları hatırlamaktan kaçınmamak lazım.Birgün gelecek tüm özleyenler kavuşacak ...Ve özleyebildiğin birisinin olması da aslında çok güzel sadece bu açıdan bakmak gerekiyor .

Pek tiyatroyla alakalı olmasa da yorumum umarım geçmiştir sıkıntılı ruh halin :)

yaprak dedi ki...

Oyunun konusunu çok merak ediyordum gideceğim oyunlardan biri de bu oyun bu sezon.:)

Dışavurum dedi ki...

Ceren ve Yaprak, merak ederim şimdi, siz oyun hakkında neler düşüneceksiniz?

Geçti Neso'm tabiki ;)