12 Kasım 2010 Cuma

SURNAME 2010 / İ.B.B. Şehir Tiyatroları oyunu

Heyyoo! Çok eğlenceli bir oyun izledim bugün!


Ay bir dakika, afilli bir giriş yapacaktım ben. Ehem, öhöm...


- 'Surname diye okunuyor sanırım' dedi esmer olan.
- 'Sörneym de olabilir' dedi doğal sarışın. 


Yine ilginç bir tiyatro oyun başlığı daha. Yada ilginç olan 'SURNAME 2010'u  haftalarca nasıl okumam gerektiğini bilememem.


Meğer yazıldığı gibi okunacakmış çünkü 'Surname' Türkçe bir kelime ve 'Sultan düğünlerini, büyük şölenleri konu edinen divan koşuk türü' imiş... 


Oyunu yazan ve yöneten Yiğit Sertdemir de yaptığı işleri takip edilesicelerden.
Oyuncu kadrosunu da yürekten tebrik etmem gerek, ki zaten seyirci koltuğumdan kendilerini bolca alkışladım, içim rahat.


Ayrıca maske-Kukla-Kostüm tasarımcısı Candan Seda Balaban'ın peşine düşeceğim tez zamanda, Ajanda Dergi için bir röportaj almadan bırakmam :p


Gelelim oyuna, şimdi oyun başlıyor, Sühendan Hanım'la tanışıyoruz. Çok şanslı, çünkü eşinin ona bir süprizi var. İşte sonrası şenlik, eğlencelik !


Işık, dekor ve kareografi de oyunun bütünlüğünü hiç bozmamış, güzel bir uyum içinde akıp gidiyor sahneler.



Benim oyundan anladığım zamanın İstanbullularının günlük telaşesi daha havadan sudan imiş, eğlenceleri daha şenlikli.
Günümüzde ise İstanbullular hep bir koşuşturmaca içinde, trafik, kalabalık toplu taşıma araçları, deprem, gösteriler vs. vs.




Filifu'ya tabiki gönderme var (İmgeciğim :)), İstanbulbazlı sahneler ise en eğlendiklerim oldu.


Ayrıca 'Duman' müzik grubuna da bir gönderme vardı ki (bence tabi), gayet eğlenceli :p


Hani çocuğunuzu alın yanınıza, yada sevgilinizi, yada arkadaş grubunuzu, bulabilirseniz en ön koltuklardan ayırtın yerinizi ve eğlencenin tadını çıkarın.


-- Oyun tek perde ve 1.30 saat sürüyor --




Bir de yönetmenin içten bir yazısı va oyunla ilgili onu paylaşayım son olarak :
Çok küçüktüm. Daha doğru düzgün yürüyemiyor muydum ne... İzmir’de tam Üçyol’a bir meydan kurulurdu. Meydanın ortasında da koca bir çadır. İçinde türlü hünerler, gösteriler... Ben ağzı açık seyreder, gıpta ile, kıskançlık ile düşler kurardım içinden o çadırın geçtiği.
Çok küçüktüm. Son yazlık sinemalara ağabeyimle, ablamla kaçar, gizliden çiğdem çitleyerek filmler seyrederdik. Yaşar Usta’ları, Ferit’leri, Güdük Necmi’leri, Şekerpare’yi, Vecihi’yi... Gülerdim. Ama nasıl çok gülerdim. Oradaki herkes gülerdi. Görseniz, sanki birbirini hep çok sevmiş insanlardı tahta sandalyelerde yan yana oturup kahkahalar atan.
Çok küçüktüm. Yolun köşesinde bir boyacı çocuk; sandukası devrilmiş, boyaları dağılmış, çökmüş olduğu yere ağlardı. Herkes koşardı boyacının yanına, elbirliği ile dağılan eşyalarını toplar, çocuğa da üç beş kuruş verip sırtını sıvazlardı. Sonra hep beraber silinirdi dağılmış boyanın yerde yarattığı iz. İsmini bilmediğimiz sübyana, omuz omuza sahip çıkardık biz.
Çok küçüktüm. Güzelbahçe’de, evlerin ortasında koca bir masa. Masanın üstünde herkesin evinden getirdiği yemekler. Bir yandan şarkılar söylenir, bir yandan sohbetler edilirdi. Birinin derdi varsa, gözyaşı herkesin içinden geçer, toprağı öyle delerdi. Komşusu açken, tok yatan olmazdı. Herkesin yüzü gülmeden, kimse gidip uyumazdı.
Büyüdüm bir ara. İstanbul’a gelmek icap etti.
İstanbul, büyüklüğüme denk geldi. Kayboldum. Yalnızdım. Anlamadım. Kalabalıktı. Görmüyordu kimse kimseyi. Sanki İstiklal, bir ruhlar resm-i geçidiydi. Sevmedim şehri! Sandım ki, kabahat İstanbul’un... Hâlbuki büyümüştüm...
Bu oyun, bir özür. Bir hatırlama. Bir barışma vesilesi… İstanbul’la... Birbirimizle...
Yüreğimizde bir boşluk. Boşluğun içinde koca bir şenlik. Şenliğin içinde ortak gördüğümüz bir düş.
Özlediğimiz her şey! Bir arada durmak. Yan yana, fark olmaksızın.
Çevrenize bakın. Yanınızdakine, yörenizdekine.
Çekin tutun kolunu. Bırakmayın.
Sarılın. Benden söylemesi.
Sımsıkı sarılın.
Ortak aklın, ortak emeğin ürünü... Bir ekip ve emek oyunu. Beğendiğiniz her şey, ekibin başarısıdır. Beğenmediklerinizse benim kabahatim.
Düş sizin, gerçek sizin.
Şenliğinizi başlatın.
Düşmemek için...
Birbirinize sahip çıkın...
Yiğit Sertdemir 

3 yorum:

Sinem Ergun dedi ki...

Bu kadar eğlenceli olduüunu düşünmemiştim. O maskeleri görünce korku tarzı gibi gelmişti dışarıdan bana:)) Amma yanılmışım:)
Niye maskeli yapmışlar bu oyunu:) yani bana hala itici geliyor açıkçası:))

Dışavurum dedi ki...

:) Aslında şöyle olmuş anladığım kadarıyla.
İstanbul 2010 avrupa Kültür Başkenti kapsamında yapılmış bir proje bu, o yüzden İstanbul'u anlatıyor.
Osmanlı zamanında İstanbullular nasıl eğlenirdi, modern zamanların İSTANBULBAZ'larının günlük hayatı nasıl yaşanır'ı göstermek istemişler.
Maskeler de yazarın hayal dünyasını daha rahat anlatmak için kullanılmış olabilir?

Ancak şimdi bugün düşünüyorum, herkes beğenmeyebilir de bu oyunu. Çocuksu bulabilir örneğin.
Tema net olmadığı için tatmin olmayabilir.
Tabii tiyatroda mimikler çok önemli, ancak bu oyunda maskeler olduğundan ifadeyi ve anlatılmak isteneni de çizimlerden yakalıyoruz.
Ürken veya hoşlanmayan olabilir evet :)
Böyle cesur bir girişimde bulunulmasını (sonuçta Türk menşeli ve hakkı verilerek hazırlanmış maskeli, kuklalı oyunlara pek rastlamadım) ve beni şaşırtmasını özellikle çok sevdim bu oyunun.

Sevgili Sanat notları, ben senin bu oyunu seveceğini düşünüyorum aslında, hatta istersen bir kere de senle giderim :)

Saadet Topçu dedi ki...

Naçizane benim fikrim maskeli oyunlarda yüz ve mimikler gizlenince vucut dili daha bir abartılı kullanıyor buda eğlencenin dozunu arttırıyor bence. Yani hep aynı şeylerden sıkıldık böyle maskeli oyunlarda bolca olsun tiyatronun tüm nimetlerini görelim diyorum. Bu oyunu bende çok beğendim, sahneye koyan yetenekli insanlar önünde boynumuz kıldan ince.